İşlevi ve Mesajıyla Engelli Sporları

Engelliler, yaşamlarını özgür ve bağımsız bir şekilde sürdürmelerini zorlaştıran dışsal bir statükoyla kuşatılmıştır. Spor, bu kuşatmanın yarılmasını sağlayan, fiziksel ve zihinsel anlamda engellileri destekleyen bir araçtır. “Sağlamlar için de aynısı geçerli değil mi?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Bir bakıma öyledir ancak 33 yaşındaki tekerlekli sandalye basketbol oyuncusu Tyler Saunders’ın dediği gibi “Ayaklarınızla değil ellerinizle kontrol edilen bir sporu icra edebilmek özgürleştirici bir şey.” Saunders’ın, çocukken sağlam arkadaşlarıyla oynadığı basketbola, protez bacakları sebebiyle onlara ayak uyduramadığı için veda etmiş birisi olduğunu söylersek belki daha anlaşılır olur.

Rekabetçi spor düzeni, hiyerarşik yapısıyla yeri geldiğinde sağlamları da dışlayabilen bir yapıdır; ancak engellilerin dışlanması kuşkusuz çok daha kolay ve yaygındır. Bu bakımdan meselenin özü hiçbir zaman sporla kısıtlı değildir; bilakis toplumsaldır ve nasıl yönetildiğimizle alakalıdır. Engelli sporları örneğinde olduğu gibi sporun işlevselleştirilmesi de benzersiz bir örnek olarak ele alınamaz. Bunun için ordu, tarım, ticaret ve nihayet devlet gibi pek çok organizasyonun ilk kez oluşturulduğu bir dönemi hatırlatarak başlamamız gerekecektir.

Spor ve İşlevselleştirilmesi


Oyunu, fiziksel aktiviteyle ve çoğunlukla da rekabetle bir araya getiren sporlar, tarımı öğrendikten sonra yerleşik hayata geçen, sınıflara bölünen ve ilk devletlerini oluşturan toplumların yaşantısında stratejik bir araçtı. Antik Yunan, ilk Olimpiyatlara ev sahipliği yaparken icra edilen sporlar, devleti koruyacak olan ordunun üyelerini atletik açıdan zinde tutacak aktiviteler olmalarıyla ortaya çıkmış ve önemli hale gelmişti. “Oyun”, ilkel dönemde, avcı-toplayıcıların dünyasında kalmıştı. Artık insanoğlu hayvanlarla değil ancak kendi türüyle hatta yanı başındakilerle yaşamsal bir rekabet içerisindeydi ve bu tehdidi fiziksel olarak daha kolay bertaraf edebilmesi için geçmişin oyunlarını stratejik bir amaca hizmet edecek şekilde işlevselleştirmeliydi.

Elbette, ne kadar organize hale gelirse gelsin, meselenin özünden eğlenceyi söküp atmak mümkün değildi. 15. yüzyılda “Spor” kelimesi, “rahatlık ya da zevk veren boş zaman faaliyeti” olarak dile yerleştiğinde, esas olarak bu ayrıcalığa sahip olan üst sınıflara içkindi. Ancak Sanayi Devrimi sonrası işçi sınıfının kendisine “boş vakit” sağlayacak kadar gelişen mücadelesi sporları kitleselleştirdi. Artık spor ayrıcalıklı kesime ait olmaktan çıktı.

“Sağlam Kafa Sağlam Vücut”

Avrupa toplumları kapitalizmin yarattığı altüst oluşu derinden hissetmeye başlarken sporu, bu ani dönüşümün neden olduğu tahribatlara karşı kullanma fikri de doğdu. 19. yüzyılda İngiltere’de Canon Kingsley ve Thomas Arnold’un başlattığı “Kaslı Hristiyanlar” felsefesinin ilhamı Antik Yunan’a kadar uzanıyordu. “Mens sana in corpore sano” şeklindeki “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” vecizesi Romalı Şair Juvenal’den ödünç alınmıştı. Juvenal de bu ifadeyi Thales’ten duymuş olsa gerekti: “Hangi insan mutludur? Sağlam bir vücuda, zinde bir akla ve uyumlu bir yapıya sahip insan.”

“Kaslı Hristiyanlar”ın Kıta Avrupası’ndaki takipçilerinden Pierre de Coubertin, Olimpiyatları yeniden canlandırma fikrini bu düşünceler ışığında geliştirdi. Coubertin’e göre Avrupalılar spor yoluyla toplumda yayılan ahlaki çöküntüden kurtulacak ve sağlam karakterli bireyler haline gelecekti.

Buna benzer fikirler, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Rusya gibi yerlerde toplumsal açıdan daha kapsayıcı haller kazanmakla birlikte Avrupa’nın tamamında etkin hale geldi. Zaten bizim “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü Mustafa Kemal Atatürk’e ait zannetmemiz de bunun bir göstergesidir.

Bu dönemde devletler spordan temel olarak iki şey bekliyordu:

1- Zihinsel terapi (bunu yaparken de vatandaşlarını hakim ideolojinin ihtiyaçları çerçevesinde disipline etse fena olmazdı)

2- Fiziksel zindeliğinden, üretimde ve orduda faydalanılacak bireyler. Dünya, böyle bir zamanda ve bu şartlar altında iki küresel savaş geçirdi. Milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, yıkılan devletler, devrimler gördü.

Engelli Sporlarının Doğuşu ve Gelişimi


2. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde toplumda önemli bir yekun oluştursa da o güne kadar spora dair denklemlere dahil edilmeyen bir kesim akıllara geldi: Engelliler.

2. Dünya Savaşı, asker ve sivil on milyonlarca yeni engelli yurttaş yaratmıştı. 1944’te İngiltere hükümeti, Beyin Cerrahı Sir Ludwig Guttmann’dan Aylesbury, Stoke Mandeville Hastanesi’nde Ulusal Omurilik Yaralanmaları Merkezi’ni (NSIC) kurmasını istedi. NSIC’nin kurulması sonrası, hastane, yaralıların fiziksel ve zihinsel rehabilitasyonu için farklı sporları ve fiziksel aktiviteleri kullanmaya başladı. Guttmann ve ekibi, uygulamalarının yaralı sivil ve askerler üzerinde olumlu etkiler yarattığını fark etti. Engelli sporuna dair ilk resmi organizasyon bu deneyimlerden alınan cesaretle 1948’de Stoke Mandeville Hastanesi’nde omurilik yaralanması sebebiyle tedavi gören hastalar arasında gerçekleştirildi (Guttmann Oyunları). Engelli sporları, bu dönemden itibaren kısa sürede farklı fiziksel, duyusal ve zihinsel bozukluk yaşayan engelliler arasında yaygınlaştı. İngiltere, Kıta Avrupası, Avustralya derken dünyanın her yerinde yeni sporlar kendi özgün kuralları ve yarışmalarıyla ortaya çıkmaya başladı.


Fotoğraf: Ömer Arslan

ABD’de “Sakatlar Olimpiyatı” ve Deaflympics

Engelli sporlarının küresel ölçekte yaygın ve organize bir biçimde gerçekleştirildiği 2. Dünya Savaşı sonrasına devam etmeden önce ABD ve işitme engelliler konusunda bir parantez açmak lazım. Engelli sporculara dair bilinen ilk turnuva, 1911’de ABD’de “Özürlüler Olimpiyatı” adıyla düzenlendi.

Engelli sporları içerisinde en köklü turnuva geçmişine sahip olan İşitme Engelliler ise ilk olarak 1924 Paris Olimpiyatları’ndan birkaç hafta sonra Paris’te Uluslararası Sessiz Oyunları ismiyle yapıldı. 2001’den bu yana Deaflympics olarak anılan yarışmalar, 1924’ten beri -2. Dünya Savaşı dönemi hariç- düzenli olarak 4 yılda bir gerçekleştiriliyor. Turnuva, bu özelliğiyle Olimpiyatlar dışında en uzun geçmişe sahip olan çoklu spor organizasyonu olma özelliğine sahip.
Paralimpik Oyunları

İlk Paralimpik Yaz Oyunları, 23 ülkeden 400 sporcunun katılımıyla 1960’da Roma’da gerçekleştirildi ve o günden bu yana Yaz Olimpiyatları ile aynı yıl düzenleniyor. İlk oyunlarda yalnızca tekerlekli sandalyeli sporcular yer alıyordu. Oyunlar adını (Paralimpik), “Paraplejik” (belden aşağısı tutmayan kimse) ile “Olimpik” kelimelerinin bileşiminden aldı. Ancak engelli sporlarının kapsamının genişlemesiyle “Para”, Yunanca “Birlikte” anlamına gelen kelimenin karşılığı olarak kullanılmaya başlandı. 1976’da Montreal’den itibaren oyunlardaki “tekerlekli sandalye” sınırlaması kaldırıldı. 1976’da 40 ülkeden 1600 atlet Kanada’daydı. 1988’de Seul’de, 1992’de Barselona’da, 1996’da Atlanta’da ve 2000’de Sydney’de Olimpik Yaz Oyunları ile Paralimpik Yaz Oyunları aynı kentte ve aynı tesisler kullanılarak yapıldı. 2001’de bu gelenek, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile Uluslararası Paralimpik Komitesi’nin imzaladığı anlaşmayla resmi hale getirildi.

İlk Paralimpik Kış Oyunları da 1976’da İsveç’in Örnsköldsvik kentinde düzenlendi. Norveç’te yapılan 1994 Lillehammer’la birlikte, Paralimpik Kış Oyunları, Olimpik Kış Oyunları’nın ardından düzenlenmeye başlandı, tıpkı Yaz Oyunları’nda olduğu gibi. Paralimpik Oyunları’na sahip olduğu popülarite ve bunun getirdiği olanaklar sebebiyle yazının sonunda yeniden değineceğiz.
Türkiye’de Engelli Sporları

Türkiye’de ise engelli sporlarındaki tüm bu adımlar dünyanın geri kalanına göre çok geç atıldı. Türkiye Özürlüler Spor Federasyonu, 1990’da Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde kuruldu. Bedensel, zihinsel, işitme ve görme engellilerin faaliyetlerinin yürütüldüğü federasyon, 1997’de adını Türkiye Engelliler Spor Federasyonu olarak değiştirdi. Federasyonun 2000 yılında dağılmasının ardından dört ayrı federasyon oluşturuldu: Görme Engelliler Spor Federasyonu, Bedensel Engelliler Spor Federasyonu, İşitme Engelliler Spor Federasyonu ve 2009’da aldığı adıyla Özel Sporcular Spor Federasyonu (eski adı Zihinsel Engelliler Spor Federasyonu).

Türkiye, son dönemde Paralimpik Yaz Oyunları’na gönderdiği sporcu sayısını önemli oranda artırdı. 2008 Pekin Olimpiyatları’na 16 sporcuyla iştirak ettikten sonra bu rakam 2012 Londra Olimpiyatları’nda 69’a yükseldi. 2016 Rio Paralimpik Oyunları’na ise 49’u Bedensel Engelliler Federasyonu, 29’u Görme Engelliler Federasyonu ve 1’i Özel Sporcular Spor Federasyonu üyesi olmak üzere 79 Türkiyeli sporcu katıldı.

Türkiye’de bu federasyonlar bünyesinde atletizm, futbol, futsal, goalball, halter, judo, satranç, yüzme, ampüte futbol, tekerlekli sandalye basketbol, atıcılık, bilek güreşi, yelken, tekerlekli sandalye tenis, badminton, oturarak voleybol, masa tenisi, halter, boccia, kayak, tekerlekli sandalye dans, tekerlekli sandalye curling, tekerlekli sandalye eskrim, kano, tekvando, bovling, güreş, plaj voleybolu, golf, oryantiring gibi sporlar icra ediliyor.


Bedensel Engelliler Spor Branşları Kataloğu: www.tbesf.org.tr/fotogaleri/bedensel-engelliler-branslar

Çatışmalı Süreçler ve Türkiye

Dünya genelinde 2. Dünya Savaşı, ABD’de Vietnam İşgali gibi savaşa bağlı yaralanmalar sebebiyle toplumdaki bedensel engelli sayısını dramatik oranda artıran süreçler, engelli sporlarının gelişimi açısından miladi sonuçlara neden oldu. Türkiye de 80’lerin ikinci yarısından bu yana ülke içerisinde yaşanan çatışmalı ortamla benzer bir sürece tanıklık etti. Son olarak ise ülkenin yanı başındaki Suriye savaşı ve Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye sığınmak zorunda kalması, savaşa bağlı bedensel engelli sayısının artışında yeni bir faktör haline geldi.

2005 yılından bu yana faaliyet gösteren Adana Genç Engelliler Spor Kulübü’nün bu konudaki faaliyetleri çok önemli olsa da kulübün başkanı ve kurucusu Celal Karadoğan’ın dediği gibi devlet imkanlarına ve onu da aşan şekilde uluslararası planlamalara ihtiyaç duyuluyor. Bu, Suriyeli mülteci engellilerin ve onlarla birlikte ailelerinin de Türkiye’deki toplumsal yaşama ön yargıları aşarak katılmasının yolunu açabilecek bir yöntem olarak engelli sporlarının önemini, üstlenebileceği işlevi ortaya koyuyor.
Spor Önemli Ama…

Engelliler ve spor ilişkisine daha geniş açıdan bakmak üzere bir geri dönüş yaparsak…

Yalnızca tasarımı itibariyle dahi sizi görmezden gelen, aslında bu yönüyle size düşmanlaşan bir “doğal çevre”de spora başlamış olmak önemli bir adımdır ancak bu, ilgili spor tesisi haricindeki tüm yaşamın aynı hakkaniyetsizlikle devam ettiği gerçeğini değiştirmez. Ödüllü Paralimpik Atlet Anne Wafula Strike, 3 saatlik yolculuk sırasında engellilere uygun tuvalet erişilmez durumda olduğu için altına yapmak zorunda kaldığını anlamıştı. Strike bu olayın ardından utanç içerisinde susmak yerine medyaya konuşmuş ve “Engelli insanlar mükemmel bir hayat istemiyor sadece temel haklara ve bağımsızlıklarına sahip olmak istiyorlar. Ancak erişebildiğimiz tesis ve hizmetlerin sayısının azlığı bize akla sonradan geldiğimizi düşündürüyor” demişti.
Paralimpiğin Gerçek Mesajı

Engelliler için en büyük felaketin kendi bünyelerindeki engeller olduğunu düşünmeye pek meraklıyızdır. Bu yüzden onların spor yaptığını görmekten ve hatta Paralimpik Oyunları’nda tüm dünyaya adlarını ezberletmelerinden abartılı başarı, mutluluk ya da mucize hikayeleri türetiriz. “Tek engel zihinlerde”, “Engeli değil yeteneği görün” gibi sloganlara bayılırız. Elbette diğer sporcular gibi engelli sporcular da başarılarının öyküleştirilmesini hak eder ancak engellilerin medyadaki bu genel işleniş biçimi, altı doldurulmayan bir romantizme dayandığından iki haftalık Paralimpik macerası sona erdiğinde yine aynı günlük problemlerin ortasında kalanlar engelliler olur. İngiliz engelli aktivist Penny Pepper, 2016 Rio oyunları sırasında The Guardian’a yazdığı yazıda “Ne kahramanız ne de beleşçi. Yalnızca devletin günlük yaşantımıza saldırılarından biraz olsun kurtulmak isteyen ve haklarını talep eden sıradan insanlarız” diyordu. Toplumda kabul gören tek engellilerin Paralimpikler olması ve bu kabulün de yalnızca iki hafta sürmesi bu konudaki iki yüzlülüğü ortaya koyduğu gibi meselenin sporun çok ötesinde olduğunu da hatırlatır.

Bu anlamda Paralimpik Oyunları’nın kazandığı popülarite, engelli sporundan çok engellilerin mücadelesine dikkat çekmesi bakımından önemli. Yönetenler ve medya sürekli Paralimpik Oyunları aracılığıyla engellilerin “umut” yaydığını öne sürer ancak işin aslı toplumdaki engellilerin yaşamını spor ya da bir engellinin kazandığı altın madalya değiştiremez. Paralimpik Oyunları, daha fazla engelliyi spora, toplumsal yaşama çağırması bakımından değerli olmakla birlikte asıl mesajı engellilerin, bağımsız bir yaşam sürebilecekleri sosyal çevrenin yaratılmasından sorumlu olan devlete ve topluma vermektedir. İstenildiği kadar romantize edilsin, engellilere uygun bir toplumsal çevre, erişilebilir hizmetler, iş imkanları yaratılmadıkça tüm sloganlar anlamsız kalacaktır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar